26 Tem 2009

Doğu Karadeniz-3

(Öncelikle yazının başı Doğu Karadeniz 1-2'yi okuyunuz)

Trabzonun doğusunu gezmeyi bitirdikten sonra Trabzon'a vardığımızda önce Sümela Manastırı'nı gezmeye karar verdik.
Trabzon şehir merkezinden sahil yolu boyu Ordu tarafına ilerleyince Maçka'ya girdik.Maçka'nın içinden geçip yaklaşık 16 km ilerleyince manastıra ulaştık. Ormanın içinde, dağın tepesinde, tek başına duran bir manastır dışardan ve uzaktan bakıldığında insanı cidden etkiliyor. İnsan böyle bir ortamda herhalde sadece yaradılışı düşünebilir :)














Önce manastırın içini gezdik, açıkçası bize göre manastıra dışardan bakılması ,içini gezmekten çok daha güzel. İçerde çok fazla birşey yok. Bir dolu inziva odaları, odaların etrafında da bazı kabartmalar ve resimler bulunmaktaydı.Zaten birçok bölüme de girmeniz engellenmiş.










Manastır korunmadan önce kabartmaların üzerlerine baya yazılar ve isimler yazılmış olduğundan(insanımız tarihi korumakta neden bu kadar duyarsız ki) o resimler de pek ilgi çekici gelmedi bize. Şuanda resimler korunmakta, fakat iş işten geçmiş.










Manastırdan çıktıktan sonra elimizdeki gezi kitapçığında ( ilerde bahsedeceğim kesinlikle her gezmeyi seven kişide bu Türkiye Rehberi bulunmalı) Maçka'da Lişer Yaylasında her yıl Temmuz ayının 7'sinde Soğuksu şenlikleri olduğu yazıyordu. Ayın 7'si ertesi gündü ve kitapta yaylada kalınabilecek yerlerin olduğu, irtibat kurabileceğimiz bir kişinin de telefonu yazıyordu.
Biz de buna güvenerek akşamüstü Aslan lakaplı Hüseyin amcayı aradık ve yaylaya çıktık. Yayla buz gibiydi, üstümüzde montlar, altında kazaklar hala üşüyorduk.
Etrafta ertesi günkü şenliğe hazırlanan satıcılar vardı. Hüseyin amcayla sohbet ettikten sonra bize kalacak yer göstermesini rica ettik. Yaylada kalınabilecek görünen tek yer Hüseyin amcanındı. Etrafta başka hiçbirşey yoktu. Önce kendi yerini gösterdi ki bizim için tam bir hayal kırıklığıydı. Barakadan bir yerdi, lavabo denen yerin etrafı tahtayla çevrilmiş, yataklar yer yatağı şeklinde, içerde sinekler uçuyordu, kaldı ki o soğukta içerde bir ısıtıcı bile yoktu. Ama onun demesine göre geleni gideni çok oluyormuş bu barakanın :) Biz biraz üzüntüyle ,ona da belli etmeden önce kabul ettik. Çünkü etrafta görünen başka yer yoktu, yaylaya çıkmışız hava kararmış, dönüşümüz imkansız.
Neyse biraz durduktan sonra Hüseyin amcaya kalabileceğimiz başka yerin olup olmadığını çekinerek sorduk. Neyseki biraz ileride Kayabaşı Tesisleri olduğunu söyledi :)
Sanırım biraz da yerini beğenmediğimiz için üzüldü. Ama şunu söylemeliyimki elimizdeki kitapta iyiki yazmışlar Hüseyin amcanın adını, bize her konuda çok yardımcı oldu. Çok içten birisiydi, buradan ona teşekkür ediyoruz. Kaldı ki diğer tesisin olmadığını da söyleyebilirdi.
Neyse karanlık olunca ilerideki Kayabaşı Tesislerine gittik. Barakadan sonra kendimizi cennette bulmuşuz gibi olduk. Odaların içinde sıcak su, kalorifer, temiz çarşaflar havlular ne ararsan vardı, sonra sabah açık büfe kahvaltı, akşam yemeği eğlencesi vs de vardı. Daha ne isteseydik..


(yaylada Kayabaşı Tesisleri)
Bir gece orada konakladıktan sonra sabah yaylaya şenliklere çıktık. Sanki herkes ordaydı. Çok kalabalıktı. Etrafta satıcılar , horon oynayanlar, seyyar kasaplar ki yanlarında da mangal ,beğendiğin eti kesip pişirip veriyorlar..Tam bir curcuna yeriydi.























Çok güzel bir ortamdı. İnsanların yüzlerinden ne kadar mutlu olduklarını görebiliyorduk.Yaylada bir süre kalıp gitmeden bir şenlik de görmüş olduktan sonra Lişer Yaylasından inip Düzköy'e devam ettik.

Düzköy'de Çal Mağarası bulunmakta. Mağara aslında tam bir yeraltı su kanalı. Girişi geniş olmakla birlikte giderek daralan bir mağaraydı. İçerisi buz gibiydi, biz baya üşüdük.
İçeriye girip ilerledikten sonra yol ikiye ayrılıyordu.İkisine de sırayla girdik. Yaklaşık 200 metre ilerleyebildik çünkübelli bir noktadan sonra devam etmemize izin vermiyorlardı.
Daha sonra dışarda görevliyle konuştuğumuzda mühendislik fakültesinden geçen sene geldiklerini, mağaranın sonunu bulmak için ilerlemek istediklerini, fakat 4 saatlik yürüyüşün sonunda bir türlü bulamadıklarını belirtti. İçeride bazı yerlere göletlerden geçebilmek için mühendisler botlar bırakmışlar, bazı yerlerde de ancak iple tırmanarak geçiş sağlayabilmişler.


Mağaradan ayrıldıktan sonra sahil tarafına geçtik. Çarşıbaşında babamın dayısı olduğundan onun yanına geçtik. Yolda Akçaabat üzerinde bir dolu köfteciler bulunmaktaydı.Bir tanesinde durup köfte yemenizi kesinlikle tavsiye ederim.
Bir gece de Çarşıbaşı'nda kaldıktan sonra ertesi gün yine yaylaya çıktık. Ordan da Trabzona geçtik. Geceyi Trabzon Novotel'de geçirdikten sonra ertesi sabah uçakla Fethiye'ye geçtik.
Böylece Karadeniz turumuzu tamamlamış olduk.

2 yorum:

imroz dedi ki...

güzeldir Karadeniz , insanı daha da güzeldir..

İSTANBUL'DAN AMERİKA'YA..İKİ AYAKLI DÜNYAM, BİR ORADA BİR BURADA.. dedi ki...

Kesinlikle oyle babamda oflu olunca oralar ayri guzel geldi tabi ;))