30 Tem 2009

Uludağ ve Kartepe

Kayak yapmayı yeni öğrendik sayılır. Böyle herşeyi öğrenmeye, herşeyi bilmeye bir heyecan var içimizde..
İlk deneyimimiz Uludağ'daydı.
Uludağ'a gittiğimizde genelde Bursa Çekirge'deki Gönlüferah Otel'de kalır, günübirlik dağa çıkarız. Bursa'daki İskender Kebabından yemeden günümüzün geçmesi Bursa'da bizim için kayıp sayılır. O yüzden o lezzeti kaçırmak istemeyiz. Otelin en alt katında 10'a yakın banyo var. Kaplıca gibi özel olarak saatlik kullanabildiğiniz bu banyolarda isterseniz özel bir bölümde masaj da yaptırabiliyorsunuz. Gerçekten çok temizler.Kışın ortasında, hele de dağdan üşüyerek indikten sonra bu kaplıcalara girmek, sonra da uyumak o kadar dinlendiriyor ki insanı..
Uludağ'da hocaların bulunduğu küçük bir bölüm var. Ordan istediğiniz zaman kolayca hoca bulunabiliyor. Zaten hemen yanında da kayak eşyalarını ve isterseniz de kayak kıyafetlerini kiralayabiliyorsunuz. Ama benim tavsiyem bu sporu uzun süre yapmak istiyorsanız kıyafetleri satın almanız. Çünkü sonuçta o kıyafetleri bir dolu insan giyiyor ve genelde size kiraya verdiklerinde kıyafetler ıslak oluyor.



Neyse Uludağ'da 2 saatlik dersten sonra biraz biraz kaymaya başladık. Ama gün çabuk bitti ve İstanbul'a dönmek zorundaydık.
1-2 hafta sonra İstanbul'a yakın Kartepe'ye gitmeye karar verdik.

Eğer profesyonelseniz Kartepe sizi pek açmayabilir ama bizim gibi acemiyseniz pist size çok iyi gelir. Çünkü pistin bir bölümünde hafif meğilli bir bölüm var ki bu bölümden kayması çok kolay. Bu da insana güven veriyor. Daha sonra biraz daha eğimli bölümde çalıştıktan sonra teleferiğe binmeye ve tepeye çıkmaya karar verdik.Artık biraz biraz öğrenmiştik :)




Kartepe'de daha zor pistler de bulunmakta tabi ama biz şimdilik kolay olanları tercih ettik.. Bir de Aralık sonu ile Şubat ortası arasındaki dönem Kartepe'nin en güzel zamanları..Çünkü havalar ısındıktan sonra kar donmaya başlıyor ve buz halini alıyor.Buz da kaymak da çok tehlikeli.
İzmit'e Cumartesi sabahtan yola çıktık. Kartepe'nin sırtları Maşukiye adı verilen bir yerleşim yeri. Maşukiye, gerçekten çok güzel ve ormanlık bir yer. Baharda da gezmek ,piknik yapmak amaçlı gitmenizi tavsiye ederim.Maşukiye'de Maşukiye Butik Otel'de kaldık. Çok hoş dağ evine benzeyen bir oteldi.




Maşukiye Butik Otelin odadan göl manzarası
Cumartesi günü dağa çıkmadık, saat geç olduğundan ve pist hava kararmaya yakın kapandığından etrafı gezmeye karar verdik. Bu arada Maşukiye'de çok güzel Karadeniz yemekleri yapan lokantalar mevcut.Çok da lezzetliler tavsiye ederim.



(Resim: Sapanca Gölü)
Etrafta biraz gezdikten sonra Sapanca Gölü'ne geçtik..Gölün etrafındaki cafelerden birinde oturup, göl kenarında yürüyüş yaptık.
Bu arada kayak malzemelerini Maşukiye'den kiralamanızı öneririm..Dağda fiyatlar çok yüksek.





Şimdiden iyi eğlenceler...

Efes Antik Kent ve Meryem Ana

Geçen sene Datça'da tatilimizi geçirdiğimiz günlerde sıkılıp küçük bir Ege turu yapmaya karar verdik. Önce Efes Antik kente , ordan Kuşadası'na ,ordan da Pamukkale'ye gidip 3 günlük bir gezi yaptık.

Efes Antik Kent'e İzmir'in Selçuk ilçesinden ulaşılabilmektedir. Bu arada Selçuk'ta Selçuk Müzesi'ni görmenizi tavsiye ederim. (İlk çağlara ait bir çok eşya bulunmaktadır).
Selçuk'tan trafik levhalarının sayesinde Efes'e ulaştığınızda yola devam ederseniz Meryem Ana Evi'ne gidebiliyorsuuz.. Efes'ten Meryem Ana Evi'ne çıkarken sağ tarafta büyük Meryem Ana heykelinin önünde durup fotoğraf çektirebilirsiniz.



















Meryem Ana Evine ulaştığımızda ilk olarak dua etme bölümüne girdik. Biraz merakla ve tabi saygıyla içeri girdik. İçeride fotoğraf çekmek yasaktı. İçeride ne mi dua ettim :) (Buraya gelenler Müslüman olsun dedim, ne diyim :))) Dışarı çıktığımızda duadan sonra yapılan mum dikme bölümünde mum diktik :)


















Ordan da Meryem Ana Çeşmesini gördük.Ben genel olarak dışardaki hiçbir çeşmeden su içemediğim için (malum enterit vakaları) şifalı da olsa su içemedim.Dileyenler bu şifalı çeşmeden su içebilirler.















Daha sonra da İstek Duvarının olduğu bölüme geçtik. Buraya gelenler dualarını yada isteklerini bir kağıda ya beze yazıp bu duvara asıyorlar. Ben açıkçası onu yapmadım ama sizin için fotoğrafladım..İnsanımızın baya bir duası varmış onu görmüş olduk.














Daha sonra Efes Antik Kent'e indik. Kent ilkçağların en ünlü şehirlerinden biriymiş. Açıkçası kapıdaki kulaklıklardan almanızı tavsiye ederim. Bu kulaklıklarla gezdiğiniz yer hakkında rehberiniz olmadan baya bilgi alabiliyorsunuz.





































Efes Kuretler Caddesi
















Gezdiğimiz sırada eski çağı temsil eden tiyatro gösterisi vardı. Onu izledik..















Efes Antik Tiyatrosu















Efes Celcus Kütüphanesi..Eski zamanlarda o çağın en büyük kütaphanelerinden biriymiş..

29 Tem 2009

Gezi Türkiye Kitabı


Bu kitapla bir akşam Taksim'de kitapçılarda gezerken tanıştık ve çok sevdik. Her ilde gezilebilecek yerleri çok ayrıntılı bir şekilde anlatmışlar. Karadeniz'de çok işimize yaradı..Gezmeyi sevenlere önerilir..

28 Tem 2009

Ağva

Ağva yaz aylarında muhteşem oluyor. Hem İstanbul'a yakın olması hem de denize girebilmek için ideal yerlerden biri olması nedeniyle sıkça tercih ettiğimiz yerler arasındadır.
Biz Avrupa Yakasından gittiğimiz için önce FSM Köprüsünü geçip Beykoz'daki Acar Konaklarının ilerisinden Şile yoluna girdik.
Cuma iş çıkışı 7.30 gibi yola çıkmıştık. Yaklaşık 10 gibi de Ağva'ya varmıştık.
Yolda Polonezköyü geçip Şile'ye doğru ilerledik. Şile'den Ağva'ya iki farklı ulaşım yolu vardı. Birincisi sahilden, diğeri ise ormanlık bölümdendi. Biz yolda sorduğumuzda yolu daha kısa dedikleri için ormanlık bölümden gittik. Fakat çok ıssızdı ve etrafta başka hiçbir araba yoktu. Epey korktuk , o yolda önümüze birşey çıksaydı yada bizi durdursalardı herhalde kimsenin haberi olmazdı.Gerçi ertesi gün diğer yolun da bundan pek bir farkı olmadığını öğrendik. O yüzden çok geçe kalmamak en iyisi.

Biz Ağva'da Alesta Butik Otel'de kaldık.


















Önceden internetten araştırma yapıp, rezervasyonla otele gittik. (Yaz sezonunda yoğunluktan yer bulunmak bazen zor oluyor). Biz açıkçası otelden memnun kaldık , butik otel anlayışının fazlaca farkında oldukları kesindi :) Sürekli bir ilgi bir alaka içindeydiler :)) Fakat şunu söylemeliyim ki dışarda gezince nehir boyu daha lüks otellerin de olduğunu gördük. O yüzden biraz da riske girip kalacak yeri orda bulmaya çalışmak da iyi olabilir.


Nehir kenarındaki otellere girişler haftasonu paketiyle. Yani cumadan pazara kadar almanız şart. Fiyatlar da yaklaşık olarak her otelde aynı.
Ertesi gün sabah kahvaltıdan önce biraz etrafta yürüdük. Nehir kenarından Karadeniz sahiline doğru ilerledik. Etraf epey sessiz ve sakindi.
Daha sonra otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra sahile indik. Zaten nehirin devamı sahildi. Sahilde şemsiye ve şezlongların olduğu bir bölüm var ki günlük onları kiralayabiliyorsunuz. Biz kiralamayı tercih ettik. Deniz de gayet temizdi ve sıcaktı, hem 20 metrede bir cankurtaran vardı (düdükle açılanları uyarıyorlardı.)














Sahilden çok fazla açılmak yasaktı, belli bir yere kadar da denizi sınırlandırmışlardı. Çünkü çok sık boğulma vakaları olabiliyormuş. Karadeniz'in dalgaları büyük, iyi yüzme bilmiyorsanız dikkatli olmanız gerekir.
Cumartesi günü saat 3'e kadar denizde durduktan sonra otele geçtik.
Otelin önünde nehir vardı. Nehire de girebiliyorduk. Önce nehire girdik. Suyu sıcaktı ve temizdi. Fakat nehir olması nedeniyle ben çok fazla yüzemedim korktum :) Onun yerine otelde bulunan bisiklete binmeyi tercih ettik.
Bisikletle nehiri bir baştan bir başa gezdik. Bir de Ağva'dan olta aldık ki balık tutma maceramızı hala unutamam.
Nehirde bir dolu balık vardı, oturduğumuz yerden onları çok kolay görebiliyorduk. Biz de o heyecanla bisikletin üstünden balık tutmaya uğraştık. Belki 4 saat uğraşmışızdır ama ne yazıkki hiç balık tutamadık :)) (balıklar akıllıydı kesin, yoksa biz beceriksiz değildik ki :) ama en azından uğraştık o kısmı da gayet eğlenceliydi.
Akşam olunca da otelde canlı müzik vardı onu dinledik. Nehirin kenarındaki minderlere oturarak ,o romantik havada müziğe eşlik etmek güzeldi.




















Ertesi gün kahvaltıdan sonra tekrar nehirde yüzdük ve yine balık macerasına devam ettik.Tabi yine tutamadık :)
Daha sonra otelin düzenlemiş olduğu tekne gezisine çıktık. Nehiri bir baştan bir başa gezdik.
Çok güzel bir haftasonuydu bizim için, iki gün sanki bize bir haftaymış gibi geldi.
Akşamüstü de yola çıkıp trafiğe kalmadan evimize döndük

26 Tem 2009

Doğu Karadeniz-3

(Öncelikle yazının başı Doğu Karadeniz 1-2'yi okuyunuz)

Trabzonun doğusunu gezmeyi bitirdikten sonra Trabzon'a vardığımızda önce Sümela Manastırı'nı gezmeye karar verdik.
Trabzon şehir merkezinden sahil yolu boyu Ordu tarafına ilerleyince Maçka'ya girdik.Maçka'nın içinden geçip yaklaşık 16 km ilerleyince manastıra ulaştık. Ormanın içinde, dağın tepesinde, tek başına duran bir manastır dışardan ve uzaktan bakıldığında insanı cidden etkiliyor. İnsan böyle bir ortamda herhalde sadece yaradılışı düşünebilir :)














Önce manastırın içini gezdik, açıkçası bize göre manastıra dışardan bakılması ,içini gezmekten çok daha güzel. İçerde çok fazla birşey yok. Bir dolu inziva odaları, odaların etrafında da bazı kabartmalar ve resimler bulunmaktaydı.Zaten birçok bölüme de girmeniz engellenmiş.










Manastır korunmadan önce kabartmaların üzerlerine baya yazılar ve isimler yazılmış olduğundan(insanımız tarihi korumakta neden bu kadar duyarsız ki) o resimler de pek ilgi çekici gelmedi bize. Şuanda resimler korunmakta, fakat iş işten geçmiş.










Manastırdan çıktıktan sonra elimizdeki gezi kitapçığında ( ilerde bahsedeceğim kesinlikle her gezmeyi seven kişide bu Türkiye Rehberi bulunmalı) Maçka'da Lişer Yaylasında her yıl Temmuz ayının 7'sinde Soğuksu şenlikleri olduğu yazıyordu. Ayın 7'si ertesi gündü ve kitapta yaylada kalınabilecek yerlerin olduğu, irtibat kurabileceğimiz bir kişinin de telefonu yazıyordu.
Biz de buna güvenerek akşamüstü Aslan lakaplı Hüseyin amcayı aradık ve yaylaya çıktık. Yayla buz gibiydi, üstümüzde montlar, altında kazaklar hala üşüyorduk.
Etrafta ertesi günkü şenliğe hazırlanan satıcılar vardı. Hüseyin amcayla sohbet ettikten sonra bize kalacak yer göstermesini rica ettik. Yaylada kalınabilecek görünen tek yer Hüseyin amcanındı. Etrafta başka hiçbirşey yoktu. Önce kendi yerini gösterdi ki bizim için tam bir hayal kırıklığıydı. Barakadan bir yerdi, lavabo denen yerin etrafı tahtayla çevrilmiş, yataklar yer yatağı şeklinde, içerde sinekler uçuyordu, kaldı ki o soğukta içerde bir ısıtıcı bile yoktu. Ama onun demesine göre geleni gideni çok oluyormuş bu barakanın :) Biz biraz üzüntüyle ,ona da belli etmeden önce kabul ettik. Çünkü etrafta görünen başka yer yoktu, yaylaya çıkmışız hava kararmış, dönüşümüz imkansız.
Neyse biraz durduktan sonra Hüseyin amcaya kalabileceğimiz başka yerin olup olmadığını çekinerek sorduk. Neyseki biraz ileride Kayabaşı Tesisleri olduğunu söyledi :)
Sanırım biraz da yerini beğenmediğimiz için üzüldü. Ama şunu söylemeliyimki elimizdeki kitapta iyiki yazmışlar Hüseyin amcanın adını, bize her konuda çok yardımcı oldu. Çok içten birisiydi, buradan ona teşekkür ediyoruz. Kaldı ki diğer tesisin olmadığını da söyleyebilirdi.
Neyse karanlık olunca ilerideki Kayabaşı Tesislerine gittik. Barakadan sonra kendimizi cennette bulmuşuz gibi olduk. Odaların içinde sıcak su, kalorifer, temiz çarşaflar havlular ne ararsan vardı, sonra sabah açık büfe kahvaltı, akşam yemeği eğlencesi vs de vardı. Daha ne isteseydik..


(yaylada Kayabaşı Tesisleri)
Bir gece orada konakladıktan sonra sabah yaylaya şenliklere çıktık. Sanki herkes ordaydı. Çok kalabalıktı. Etrafta satıcılar , horon oynayanlar, seyyar kasaplar ki yanlarında da mangal ,beğendiğin eti kesip pişirip veriyorlar..Tam bir curcuna yeriydi.























Çok güzel bir ortamdı. İnsanların yüzlerinden ne kadar mutlu olduklarını görebiliyorduk.Yaylada bir süre kalıp gitmeden bir şenlik de görmüş olduktan sonra Lişer Yaylasından inip Düzköy'e devam ettik.

Düzköy'de Çal Mağarası bulunmakta. Mağara aslında tam bir yeraltı su kanalı. Girişi geniş olmakla birlikte giderek daralan bir mağaraydı. İçerisi buz gibiydi, biz baya üşüdük.
İçeriye girip ilerledikten sonra yol ikiye ayrılıyordu.İkisine de sırayla girdik. Yaklaşık 200 metre ilerleyebildik çünkübelli bir noktadan sonra devam etmemize izin vermiyorlardı.
Daha sonra dışarda görevliyle konuştuğumuzda mühendislik fakültesinden geçen sene geldiklerini, mağaranın sonunu bulmak için ilerlemek istediklerini, fakat 4 saatlik yürüyüşün sonunda bir türlü bulamadıklarını belirtti. İçeride bazı yerlere göletlerden geçebilmek için mühendisler botlar bırakmışlar, bazı yerlerde de ancak iple tırmanarak geçiş sağlayabilmişler.


Mağaradan ayrıldıktan sonra sahil tarafına geçtik. Çarşıbaşında babamın dayısı olduğundan onun yanına geçtik. Yolda Akçaabat üzerinde bir dolu köfteciler bulunmaktaydı.Bir tanesinde durup köfte yemenizi kesinlikle tavsiye ederim.
Bir gece de Çarşıbaşı'nda kaldıktan sonra ertesi gün yine yaylaya çıktık. Ordan da Trabzona geçtik. Geceyi Trabzon Novotel'de geçirdikten sonra ertesi sabah uçakla Fethiye'ye geçtik.
Böylece Karadeniz turumuzu tamamlamış olduk.

Doğu Karadeniz-2

Ayder yaylasından kahvaltıdan sonra ayrıldık. Yol boyu gelirken uğrayamadığımız yerlere uğrayarak Uzungöl'e gitmeye karar verdik.
Öncelikle Rize'de mola verdik. Rize'de Çaykur fabrikasını gezebilirsiniz, biz vakit sınırlı olduğundan Rize Çaykur mağazasını gezdik. İstanbul'da bulamayacağınız birçok çay çeşidi bu mağazalarda mevcut. Hem daha ucuza almanız da mümkün.
Karadenizden giderken en iyi hediyelik eşyanın çay olduğuna karar vererek değişik değişik çayları ailemize ve sevdiklerimize aldık. (Bu arada çaykurun naneli yeşil çayına bayıldık. Bir de Ovit yaylası Earl Grey'i tavsiye ederim)

Daha sonra bir çaykolik olarak Rize'de çay müzesini gezdik. Evet çayın müzesi de var :) Müzedeki görevli çayın demlenme çeşidinden , çayların farklarına , hangi çayın daha iyi olduğuna kadar bize bir dolu bilgi verdi. Artık çayı bilerek içiyoruz :)
Müze görevlisinin tavsiyesi üzerine Rize'de Ziraat (Botanik) Bahçesine çıktık. Rizenin tepesinde denizi gören bu bahçede bir dolu değişik bitkiler bulunmaktaydı. Bir de çay bahçesi. Çay bahçesinde çaylı dondurma yedik.Evet yanlış okumadınız çaylı dondurma.
Kahverengi bir dondurma , gerçi çay tadını pek alamadık ama bilemiyoruz bize öyle dediler.
Birde pençuri (adını yanlış hatırlamıyorsam) adlı mısır unuyla siyah üzümden yapılan bir tatlı yedik.
Karadenizde değişik ne tat bulduysak denediğimizden onu da denedik. Yorumu sizlere bırakıyorum ama fazla tatlı olduğunu söyleyebilirim.
Daha sonra ordan çıkarak Of'a gittik. Of benim babamın memleketi. O yüzden oraya gittiğimizde ayrı bir mutlu oldum. Babamın doğduğu köye çıkıp, muhtarıyla beraber köyü gezdik. Mısır ununa batırılmış alabalık ikram ettiler. Gerçekten daha önce böyle bir balık yememiştik.Sanırım mısır ununun katkısı çoktu.
Karadeniz'e gittiğimizde kilo alarak geldiğimizi herhalde söylememe gerek yoktur :))
Of'tan ayrıldıktan sonra akşamüstü Uzungöle devam ettik

Uzungölün manzarası çok güzeldi. Ormanın içinde göl ve cami ayrı bir ahenk içinde duruyorlar. Fakat caminin sağ tarafından itibaren taşla gölün kenarını örmeleri hoş olmamış, gölün doğallığını bozmuş.Umarım bu yanlışın çabuk farkına varırlar.
Uzungöl'de bir gece konakladık. İnan Tesislerinde konaklamadık çünkü gitmeden önce birkaç blogda tesisin çok kalabalık olduğunu, gidenlerin birşey anlamadıklarını okumuştum. Fakat etrafı gezdikten sonra konaklamanın da sakıncası olmadığını gördük. Yani orda da gayet kalabilirmişiz. Belki pazar günü olması nedeniyleydi tesis çok kalabalık değildi. Hem diğer tesislere göre bence daha profesyonellerdi. Akşam yemeğinden sonra her taraf ıssızken tesiste eğlence ve hayat vardı. Biz de çay içme bahanesiyle içeri girdik :) İçerde bir sanatçı vardı Karadeniz türküleri söylüyordu. Sonra da en sevdiğim an geldi ve muhteşem bir horon gösterisi sundular. Bizi etkilemeyi başardılar.Sonra da gece horon izlemekten memnun olarak otelimize döndük.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Uzungöl yoluna devam edip Bayburt'a geçmeye karar verdik.
Soğanlı dağlarının zirvelerine doğru çıkmaya başladık. Önce İspil Köyüne uğradık. Her taraf yemyeşildi. Köyün içinden dere akıyordu ve sessiz sakin bir köydü. Yazın arada bir böyle yerlere gelmeli insan.


Daha da ilerleyip Yedigölleri görüp ordan da Bayburt'a geçmeyi planlarken zirvenin orda yolumuza kar çıktı. Arabanın geçebileceği gibi erimiş bir kar olmadığından geri dönmek zorunda kaldık.

Uzungöl'den tekrar Of'a gelerek Trabzona doğru yolumuza devam ettik. Yolumuzun üzerinde Sürmene'ye uğrayarak meşhur bıçaklarına baktık. Daha sonra Trabzon'a geçtik.

Artık Trabzonun batısını gezecektik.
(Devamı Doğu Karadeniz-3)

25 Tem 2009

Doğu Karadeniz-1

Doğu Karadenizi gezmeyi ne zamandır eşimle istiyorduk. Sonunda bu yıl yaz tatilimizde Karadeniz'i gezmeye karar verdik.Yaklaşık 5 günde Trabzon ve Rizeyi gezdik.

Ben gideceğim her yerle ilgili öncelikle internetten araştırma yapar , tur programlarını incelerim ( ki genelde o programlarda gidilmesi gereken yerler hakkında çok fazla bilgiler olur) . Hatta gerekiyorsa o yerle ilgili bir kitap alırım. (Sanırım ben bir gezi tutkunuyum).

Cumartesi günü Trabzon'a vardığımızda havaalanında araba kiraladık. (Yaklaşık günlük fiyatları 8o TL civarındaydı).

önce Trabzonun doğusuna Rize'ye doğru gitmeye karar verdik. Yol boyu doğal plajla kaplıydı. Biz denize girmedik, Karadeniz turundan sonra uçakla Fethiye taraflarına gideceğimizden vaktimizi her yerde göremeyeceğimiz doğal güzelliklere saklamayı tercih ettik. Yol üzerinde Araklı, Sürmene ve Of'u da geçtikten sonra Rize'ye ulaştık. Bu il ve ilçeleri dönüşte gezmeyi düşündüğümüzden yolumuza devam edip Pazar ilçesinden Çamlıhemşin yoluna girdik. Çamlıhemşin yolunda sol tarafta rafting yapılabilecek 2 ayrı tesis mevcut.Fırtına deresi o kadar hızlı akıyordu ki rafting eminim çok heyecanlı oluyordur.


Çamlıhemşin yolunda yine sol tarafta Osmanlı Alabalık denen bir yerde durduk. Tesis tam derenin yanında ve manzarası çok güzeldi. Yeşilliğin dereyle buluştuğu yerler görülmeye değer. Derenin sesini dinlemek bile yetiyor insana.
Osmanlı Mutfağında kahvaltı istedik.Yörenin köy peynirleri, balı, rize çayı, ekmeği ve tabiki muhlamasıyla lezzetli bir kahvaltı yaptık. Biraz dinlendikten sonra Çamlıhemşin'e devam ettik.
Çamlıhemşin'i geçtiğimizde yol ikiye ayrılıyor, sağ taraftaki Fırtına vadisine,ordan da Şenyuva Köprüsü ve Zilkaleye devam ediyor. Diğeri ise Ayder'e çıkıyor.
Biz önce sağdakine girdik.
Yol üzerinde 1696 yılında yapılmış Şenyuva Köprüsü'nde durup fotoğraf çektik. (Karadeniz'de Mostar Köprüsü'ne benzeyen bu tip köprülerden çok var.)



(Resim 2: Şenyuva Köprüsü)





Şenyuva Köprüsünden ayrılıp Zilkale'ye doğru devam ettik
Zilkale, ormanın içinde yüksekte görkemli bir kale.Kalenin içinde oturduk ve öylece doğayı dinledik. O kadar güzelki. Hava serin ,etraf yemyeşil, aşağıdan dere akıyor. Yok böyle birşey.
(Resim3 : Zilkale'nin uzaktan görünüşü)
Zilkale yolu ve daha sonra da anlatacağım gibi yayla yolları açıkçası baya kötü. Yollar toprak ve yol üzerindeki taşlar gitmenize baya engel oluyor.Yani arabanız varsa lastiğinizin patlama riski yüksek :)
Zilkale'den sonra biraz daha ilerleyince bir köprüden geçip solda Palovit şelalesine giden yola girdik.
Bu yolda diğeri gibi baya bozuktu. Belli bir noktaya kadar arabayla gittikten sonra yürümek gerekiyor.
Palovit Şelalesine neden gider insan diye düşünüyorum bazen. Gerçekten güzel bir şelale ama sanırım meraktan iyi bir cevap olurdu :) yürüme yolu epey ıssızdı. Ormanın ortasında bir kişinin yürüyebileceği kadar enli bir yoldan yaklaşık 45 dakika yürüdük. Elimize ordan bulduğumuz bir sopayı aldık artık bir hayvan vs çıksaydı bizi o koruyacaktı :) Neyseki şelaleye ulaştıktan sonra biraz dinlenip geri döndük. Şelalenin altına girmek imkansızdı çünkü çok hızlı akıyordu. O yüzden sadece seyretmeyi ve o sesi dinlemeyi tercih ettik.
Daha sonra tekrar Çamlıhemşin'e dönüp sol taraftaki yola yani Ayder'e çıktık. Ayder'de 3000 metreyi aşan doruklar ve 2000 metreyi aşan ormanlar vardı. Heryer yemyeşildi. Dağın içinden dereler akıyordu.Seyredilmeye değer yerler...

Ayder'de Yeşilvadi Otel'de konakladık. (Gecelik 2 kişilik konaklama 100 TL) Dereye bakan odayı tercih etmenizi öneririm. Manzarada sadece ormanlar vardı. Odanın içinden camı açıp, yatağa uzandığınızca derenin sesini dinlemek,o yeşilliği izlemek ve öylece uyuyakalmak gibisi yok.Akşam yemeğimizi Ayder'de yedikten sonra oranın mısır unuyla yapılan helvasını yedik. İrmik yerine mısır unu kullanmışlardı. İlginç dimi ,tadı da fena değildi açıkçası.
..





Daha sonrasında akşam birkaç restaurantta horon gösterileri oluyordu onları seyrettik. Horon çok güzel bir oyun yada benim baba tarafım Of'lu olduğu için bana ayrı güzel geldi bilemiyorum.
Ama onları öylece yaklaşık 1 saat seyretmişizdir..
(Devamı Doğu Karadeniz-2)