12 Kas 2010

Bebeğimizle İlk Uçak Yolculuğumuz





Kızımızın ilk büyük yolculuğu ve ilk uçakla yolculuğu Chicago'ya oldu :) Şimdi düşününce vay be bu ne cesaret diyor insan ama o zaman gözümüzü kararttıp çıkmıştık yola :) Hem bu ilkleri yapmışken taaam yapmış olsun, öyle değil mi :) 2,5 aylıkken eşimin kongresi olması nedeniyle hem tatil hem de kongre amaçlı çıktık yola..
Yolculuk yaklaşık 11 saat sürdü..
11 Ekim günü saat 10.30 gibi bindik uçağa. Açıkçası biraz tedirgindim yani kızımız tüm yolculuk boyunca ağlarsa, yerinde durmazsa diye düşünüp durdum ki çok şükür öyle olmadı..
Uçağa binmeden önce neler yaptığımızı anlatayım...
Önce kızımızın 6-7 çeşit kıyafetinin, bol bol bebek bezi, alt silme ıslak mendillerinin, battaniyelerinin, emzirme önlüğünün, alt değiştirirken tuvalette altına sereceğim örtünün olduğu bir bavul hazırladım ve onu uçakta yanımıza aldım..Tabii uçakta üstümüze kusma riskine karşı da kendimize 2 çeşit yedek kıyafet aldım..
Uçağa binmeden önce de İş Bankası'nın müşterilerine özel bekleme yerinde önce biraz kahvaltı yapıp, kızımızı emzirip, altını değiştirdim.. Böylece kızımızı uçağa tam olarak hazırlamış oldum..
Uçağa bindiğimizde ise 2. kısmın en önündeydik çünkü uçak biletlerini satın aldıktan hemen sonra THY yetkililerini arayıp bebek yatağı için rezervasyon yaptırmıştık. Hatta emin olmak için daha sonralarında birkaç kez daha aramıştık ki uçuş günü sorun olmasındı. Bebek yatağını hostesler önümüzdeki duvara uçak havalandıktan sonra takıp, inmeye yakın yerinden çıkarıyorlar. Zaten kalkışta ve inişte bebeklere özel ek kemerle bebeğimiz kucağımıza bağlanıyor.
Neyse yerlerimize oturduğumuzda hemen yanımda bir Amerikalı adam vardı.. Kızımızı görünce adamın resmen yüzü düştü :) Eyvah, tüm uçuş boyunca uyayamayacağız der gibiydi yüzü ki zaten sonra hostese böylesinden bir laf etti.. Ben tabii çok gıcık oldum adama.. Herkesin uçağa binme hakkı var, sana mı soracaktım be adam :)

Uçak kalkarken kızımızın kulağında basınç dengelensin diye emzirme önlüğümü taktım ve kızımızı emzirdim, inerken de öyle yaptım.. Sonrasında hostesler bebek yatağını koydu da kızımızı yatağının içine koyduk. Bu arada uçağın içi soğuk olduğundan bebekleri iyi giydirmek gerekiyor ki rahat uyuyabilsinler.
Böylece bindik uçağa.. Neyse ki sabah saatleriydi ve kızımızın koliğine daha 8 saat vardı. Kızımız yol boyunca genelde uyudu ama inmeye son üç saat kala başladı kolik ağlamaları.. Tabii bizim içinde zor anları.. Son üç saat, yemek dağıtımının olduğu, insanların uyanık olduğu vakitlerdi de kimse rahatsız olmadı :) Tabii kızımızı susturmak için eşim, kucağında bebek, bebeğin yüzü yere bakacak şekilde uçağın içinde yürüdü durdu, insanlarda epey acıdı tabii ona :) Gerçi sağolsun eşim hiç şikayetçi olmadı bu durumdan, kızımız da o pozisyonda epey sakindi :)
Böylelikle geçti yolculuğumuz.. İnerken birçok insan '' good baby'' diyerek kızımızı övdü.. İyi durdu ,aferin vs tarzında sözler söylediler..Hatta yanımdaki Amerikalı bile hayran kaldı kızımıza :) Maşallah :)
Dönüş yolculuğumuz ise 22 Ekim günü saat 20.00'deydi..
Kızımız Chicago'ya gittikten sonra jet-lag olduğundan ve saat düzeni şaştığından kolik saatleri oranın akşamüstlerine rast geldi..Yani akşamüstü saat 3-4 gibi başlayan ve akşam 8-9 gibi biten ağlamalar.. Ama çok şükür ki oranın düzenine hemen alıştı da saat 9'dan sonra derin uykuya geçip sabah 6 gibi uyandı..Zaten biz de jet-lag olduğumuzdan bu saatlerde uyuyup-uyanıyorduk.. Yani uyku konusunda hiç zorlanmadık :)
Dönüşte ise çok şükür yine derin uyku saatlerine geldi yolculuğumuz :) Ama tabii kızımız havalimanında epey ağlayınca, onu görenler epey dehşete düştü :) Yüzlerindeki ifade görülmeye değerdi :) Hatta bir Türk kadın kızımızı görünce alelen 'ay epey de küçükmüş' demez mi.. Ben zaten kızımız ağlıyor bir türlü susturamıyoruz diye tedirginim, yorgunum,kızgınım bir de gelmiş kadın, eşine konuşuyor..Ben de sesli sesli 'İnsanlarda amma yorum yapmaya meraklılar' gibisinden laf ettim..Sana ne be kadın, küçük yada büyük, çocuk benim değil mi..
Neyse bindikten sonra çok şükür ki kızımız hiç ağlamadı..Hatta tüm yolculuk boyunca uyudu, uyandı, güldü vs.. Gidişten daha rahat bile geçti yolculuğumuz..
Yine inerken yolcular kızımıza övgüler yağdırdı.. Hatta bir tanesi ben böyle bebek görmedim vs dedi :))
Aferin benim kızıma..Annesiyle babasını hiç yormadı, üzmedi, rezil etmedi :) Tabii bu arada insanların nazarı da değdi..Çünkü indikten sonra epey ağladı yavrucak, bir türlü susturamadık :)

9 Kas 2010

Chicago

Bebeğimiz Doğdu, Onu Getiren Leyleğin Peşinde Geziyoruz Biz de :)))

Kızımız daha bir haftalıkken onunla dışarıya çıktık.. Aslında büyüklerimize göre kırkı çıkmadan anne ve bebek de evden dışarı çıkmazmış ama biz öyle olmadık.. Hiç bana göre bir durum değildi bu :))
Daha beş günlükken kızımızı CTF Sağlam Çocuk polikliğine götürdük.. Orada boy-kilo takibi yapıldı. Tabii doğumuna göre biraz kilo vermişti (fizyolojik olarak normal) 3,550 kg'dan 3,480 kg'a düşmüş.. Boyu doğumuyla aynıydı.
Daha sonrasında 8.gün annemle beraber Üsküdar'daki Fethi Paşa korusuna gittik. Orada ablamla oturup öğlen yemeğimizi yedikten sonra annemle diyetisyene gittik. Yani doğumdan hemen sonra diyetisyene gitmiş oldum..Aldığım 34 kiloyu vermeliydim :))
11 Ağustos'ta da Ramazan başladı (doğumun 10.günü) Hemen hemen her akşam kızımız, annem ve babamla beraber evimizin oradaki vadide yürüyüşler yaptık.(eşim mecburi hizmetten dolayı Mardin'deydi) Bazen yürüyüş yapmak çok zor oluyordu çünkü kızımızın kolik sancısı tutuyordu ,bazen de tüm yürüyüş boyunca uyuyordu. Ağlama krizi başlayınca apar topar, elimde kızımız eve dönüyordum tabii :) Ama benim için de hava almak iyi oluyordu..
Yine Ramazan'da bir pazar günü kızımız ve eşimle Yıldız Parkı'na yürüyüş yapmaya gittik. Ramazan olduğu için eşim birşey yiyemiyordu o yüzden oradaki sıralarda oturup gazete okuduk...
Ramazan sonunda yani Ramazan Bayramında ise Saroz'a gittik. Biz pazartesiden annemle beraber gittik, eşim ve babam da arefe gününden oraya geldiler.. Saroz çok güzel geçti. O yaz denize hiç girememiştim (ilk defa denize girmediğim bir yaz olacaktı benim için ki yaz tatili denizsiz olmaz) orada denize girdim.
Bu arada kızımızın kırkı Saroz'da bayramın üçüncü günü çıktı :)

( Saroz- salıncağın üstünde bayramın ilk günü)
Bunun dışında da hemen hemen her hafta sonu evden çıktık .. Ama dikkat ettiğimiz şey şuydu ki, kapalı ortamlara girmedik. Çünkü kızımızın aşıları yoktu ve kapalı ortamlarda mikroplar çok fazlaydı.. O yüzden hep açık havalarda gezdik :) Sonuç olarak bebeklerin, türlü ortamlara girerek bağışıklıklarını güçlendirmeleri ve açık havalara alışmaları gerektiğini düşünenlerdenim.. Evde sürekli steril ortamlarda büyümesini istemem ki zaten ben böyle bebek büyütemem herhalde :))

30 Eki 2010

Jet-laglı Bir Bebek :)


Chicago'ya gittiğimizden beri kızımızın nevri döndü.. Kolay değil arada 8 saat zaman farkı var :) Şu anda kızımız geceyi gündüz sanıyor..
Gitmeden önce ne güzel gündüzle geceyi ayırt etmiştive geceleri uzun süreli uyuyabiliyordu.. Şimdi öyle mi, gece üçe kadar kısa süreli uyuyor ancak üçten sonra derin uykuya geçebiliyor..
Bu durumu nasıl düzelteceğiz bilmiyorum.. Şu anda birşeyler yapmaya çalışıyorum eğer sonuca ulaşabilirsem buraya yazacağım..

Ne mi yapıyorum, bugün başladım işte..
Sabah 7-8 gibi uyandırıp, kızımızı bir saat kadar uyutmuyorum, sonra gün içinde uyudukça en fazla 2 saat uyumasına izin veriyorum.. Bakalım sonuç ne olacak?? Ayrıca akşamları duş aldırıyorum ki önceden de hep akşam duş aldırıp yatırırdım.. (buradan o saatin akşam olduğunu çağrıştırıp kızımız uyur diye düşünüyorum)
Bu arada Chicago'ya gittiğimizde kızımız direk oraya ayak uydurmuştu..Yani kolik sancısını öğlen 3-6 arası çekip ondan sonra akşam saat 7-8 gibi hemen uyuyordu, bu da bizim için iyi oluyordu.. Sabah da (2-3 saatte bir uyanıp emmek kaydıyla) saat 5-6 gibi uyanıyordu ki zaten biz de jet-lag olduğumuzdan o saatlerde uyanıyorduk. Çok iyiydi yani :) Bence bu dönemde bir ABD gezisi yapıp gelmek iyi oluyormuş :))

9 Nis 2010

Oylat Kaplıcaları- Bursa

Konya’dan sonra Eskişehir üzerinden İnegöl Oylat kaplıcalarına geçtik..

Bu arada Gezi Türkiye kitabından bloğumda daha önce bahsetmiştim.. Kesinlikle tavsiye edebileceğim rehber bir kitap...Konya’yı, Safranbolu ve Nevşehir’i gezerken bu kitaptan çok fazla yararlandık ve çok memnun kaldık diyebilirim. Daha once de bu kitapla Doğu Karadeniz’i gezdiğimizi anlatmıştım. Kitapta ayrıca illerin meşhur özelliklerini bulmak da mümkün.. Konya'dan Oylata giderken yol üzerinde Eskişehir’den geçeceğimizden Eskisehir'in çiğ böreğinin meşhur olduğu bu kitapta yazdığından biz de molamızı burada verdik..Sonra da yolumuza devam ettik..

Oylat Kaplıcaları, İnegöl'de ormanın içinde şehirden uzak ,sessiz ,sakin güzel bir tesis.. Bir kaç tane otelden size Yeni Çağlayan Oteli tavsiye edebilirim..Hem odaları çok temiz hem de vadiye bakan odalarıyla tam kafa dinlemelik bir yer.. Ben açıkçası sıcak suyu çok seven biri olduğumdan kaplıcaları hep tercih etmişimdir, yoksa bunun yaşla alakası olmadığını düşünmekteyim :)Yani illa kaplıcalara yaşlılar gider, diye düşünenleri bu yüzden anlamıyorum :) Seven herkes gidebilirim bence :)

Otelin en altında özel aile banyoları, saunalar ve bayan-erkek ayrı havuzlar ve kurnalar var.. İsterseniz aile banyasunda eşinizle özel yada genel havuzda eşinizden ayrı (bayanlarla beraber) termal suyu kullanabilirsiniz.. Ayrıca da çok güzel kese atıyorlar diyebilirim :))

Bizim için burada geçirdiğimiz üç gün tam kafa dinlemelikti.. Sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra, bir saat yürüyüş yapıp (yürürken mola vererek çayımızı da içtik) sonra da eşimle odamıza gelip akşama kadar vadiye yani ormana bakan odamızdaki balkonda kitap okuduk.. Tabii arada otelin alt katındaki termal sulardan da faydalandık..

Bizim için çok dinlendirici oldu diyebilirim, bence arada bir şehir koşturmasından böyle uzaklaşmak gerekiyor..

Oylat'dan ayrıldıktan sonra da Bursa'da bir gece kalarak her sene gittiğimiz havlucuya gittik.. Bursa'da Ulucami'nin yanında havlucuların ve ev eşyalarının satıldığı bir sürü toptancı ve perakende dükkanları var.. En iyi kalitedeki havluları çok uygun fiyata burda bulmak mümkün oluyor.. Biz de eşimle her geldiğimizde mutlaka buraya, buradan da yine Atatürk Caddesindeki (Ulucami'nin sağ tarafına düşüyor) Bursa İskendercisine uğrarız..

Bursa İskendercisinin önünde, her gittiğimizde kuyruklar olsa da bu lezzeti tatmadan buradan ayrılmayın derim.. Çünkü buranın sahiplerinin dedesi ilk iskender yemeğini bulan kişi :))
Daha sonra da Bursa'dan da ayrılıp evimize geri geldik..

Konya

Nevşehir gezimizden sonra öğleden sonra Konya’ya geçtik..
Aksaray üzerinden Konya’ya gidişimiz yaklaşık 5 saat sürdü.. Tabii yine epey mola vererek... Konya’ya vardığımızda saat 6’yı geçtiğinden Mevlana Müzesi kapanmıştı.. O yüzden müzeyi gezmeyi ertesi güne bıraktık.
Konya’da kalacak yeri ayarladıktan sonra ki biz Mevlana Müzesinin hemen karşısında bulunan Balıkçılar Otelini tercih ettik Konya’nın meşhur etli ekmeğini yemek için güzel bir yer aradık :)Sorup soruşturduktan sonra birçok kişinin dediği Hacı Şükrü’nün bölgenin meşhur etli ekmek ve tandır kebapçısı olduğunu öğrendik.. Fakat orası bizim bulunduğumuz yere uzak olduğundan otele yakın olan yine meşhur olan Konya Konak Lokantası'na gittik..
Konya’nın yemekleri gerçekten çok güzel, kesinlikle tatmadan buradan ayrılmayın derim..
Öncelikle açılışı (yukarıda resmini gördüğünüz) Bamya Çorbasıyla yaptık.. Bildiğimiz bamya yemeğinin daha sulusu ve bamyalarının çok daha küçüğü.. Tadı güzeldi.. Sonra da etli ekmek ve tandır kebabını (alttaki resim) denedik.. Porsiyonları küçük olduğundan, toplamda da birer porsiyon alıp eşimle paylaşarak hepsini denemeye karar verdik :)) Etli ekmekleri çok güzeldi, tandır kebabının eti de insanın ağzında resmen dağılıyordu diyebilirim.. Son olarak da (yukarıda resmi olan) Tirit adlı, aslında iskendere benzeyen ama döner etinden değil de kebapla servis edilen, yoğurdunun da sarımsaklı olduğu yemeklerini denedik.. Hepsinin de tadı çok güzeldi..
Sonra da otelimize geçtik..
Ertesi sabah ilk iş olarak Mevlana Müzesini gezdik.. Mevlana Müzesinin insanı etkileyen bir atmosferi var...
Bu arada Elif Şafak’ın Aşk romanının Mevlana hakkında çok bilgi vermiş olduğunu, orada daha da iyi anladım diyebilirim.. Onu okuduktan sonra buralar daha bir farklı ve anlamlı geliyor insana..Müzenin içerisinde fotoğraf çekmek yasak olduğundan biz de bu kurala uyarak kendimizi o atmosphere bıraktık..
Müze içerisinde çok fazla turist vardı.. Bu da insanı sevindiriyor,tabii.. İçeride dua ederken Japon bir turistin bizleri izleyerek yaptığımız el hareketlerini taklit edip, dua etmesi , sonra da elini yüzüne sürmesi gerçekten çok hoştu :) İçeride Mevlana Hazretlerinin yattığı yer, seccadeleri, Mesnevi,Divan kitaplarının orjinalleri, zikir tespihleri, Kuran-ı Kerim örnekleri, halife nişanları ve sevgili Peygamberimizin Sakal-ı Şerifi vardı.. Ayrıca gezerken çalan ney müziği de çok etkileyeciydi...
Müzeyi gezdikten sonra önündeki dükkanlardan Konya şekeri ve mevlevi yapan insanların maketlerini aldıktan sonra da Şems-I Tebriz-i’nin türbesini ziyarete gittik..
Türbe, Aşk kitabında yazılmış olduğu gibi Şems-i Tebrizinin öldürülüp atıldığı kuyunun üzerine yapılmış. Dediğim gibi kitabı okumuş olmak insana gerçekten çok büyük bir bilgi veriyor..
onra da Konya’dan ayrılarak Oylat Kaplıcalarına doğru yola çıktık..

Kapadokya

Geçen hafta yazmaya başladığım bir haftalık gezimizin yazısına ara ara devam etmeye çalışıyorum..
Kapadokya'ya yani eski adıyla Katapukya'ya (güzel atlar ülkesi) Safranbolu gezimizden sonra vardık..
İlk olarak, eski Hristiyanların o dönemde baskılardan kaçıp dinlerini özgürce ve insanlardan uzakta yaşadığı Ihlara Vadisi'ne gittik.. Vadinin içinde kayalardan oyulmuş olarak yaklaşık 100 kadar klise vardı.. Tabii biz ancak belli başlılarını gezebildik çünkü vadiye inmek bile çok yorucu bir işti.... Yaklaşık 500 kadar merdiven basamağını inip ,kliseleri gezmek sonra da tekrar bu basamakları çıkmak insanı gerçekten yoruyor :)) Ama vadinin güzelliği seyretmeye değer bir yer..
Daha sonra oradan ayrılarak Uçhisar'a geçtik..
Uçhisar'ı görünce etkilendiğimi söyleyebilirim.. Gerçekten Kapadokya yapılarını görebileceğiniz güzel yerlerden birisi.. En tepedeki kaleye çıkmak biraz yorucu olsa da tepeye çıkarken kayaların içindeki çay bahçelerinde mola verip bir çay içmek, yapılardan etrafı seyretmesi güzeldi.. Yolumuz uzun, süremizde kısa olunca uçhisarı gezdikten sonra Avanos'a geçtik..
Avanos, seramik atolyeleri ve çömlekçiliği ile ünlü bir ilçe.. Yanyana dizilmiş çömlekçilerden birini girdik ve önce çömlek yapan kişiyi izledik..Gerçekten ustalık gerektiren ama bir o kadar da eğlenceli bir işti..
Daha sonra da sıra eşimle bize geldi.. Biraz zorlanmış olsak da aşağıdaki çömlekleri yapmış olduk :) (soldaki benim,sağdaki eşimin eseri ) :))) Yine de mutlaka oraya giderek denemek de fayda var derim..Ayrıca çömlekçiden alışveriş de yaptık. Güveç tepsisi, güveç , çömlekten yapılmış çaydanlıklar, bardaklar ilgimizi çeken şeylerdi..
Avanos'tan ayrıldığımızda hava karardığından Ürgüp'e geçerek Dinler Otel'de geceledik. Otel turist kaynıyordu diyebilirim.. Sabah-akşam açık büfesiyle de hoş bir yerdi..
Ertesi sabah kahvaltımızı yaparak Ürgüp'ü gezip oradan da Ortahisar Kalesini görmeye gittik.
Ortahisar Kalesi de Uçhisar'a benzediğinden orada vakit kaybetmeden Göreme Açıkhava Müzesini geçtik..
Bu arada Göreme Açıkhava Müzesine ve Ihlara vadisine müzekartla girildiği için mutlaka müze kartınızın olmasını tavsiye ederim, hem sıra beklemiyorsunuz hem de müzekart fiyatına birçok müzeyi ve ören yerini gezebiliyorsunuz....
Müze alanındaki manastırlarda 7 yüzyıldan 12. yüzyıla kadar kilise mimarisini izlemek mümkün.. Bazılarının yapıları da çok iyi muhafaza edilerek bugünlere getirilmiş..
Oradaki güvercinliklerde çok ilgi çekiciydi.. Güvercinler, Kapadokya için çok önemli kuşlarmış.. Öteden beri şaraplık üzüm yetiştiren bölge halkı güvercin gübresinden yararlanıyorlarmış.. Bu yüzden de kiliselerin ağızları güvercinlere yuva olsun da içeride gübre biriksin diye bir delik bırakılarak kapatılmış. (aşağıda gördüğünüz kare kare yerler güvercinlik oluyor)Göreme Açıkhava Müzesinden sonra Kapadokya'nın yeraltı şehirlerinden birini de görelim diyerek Derinkuyu Yeraltı Şehrini gezdik.. Yerin 8 kat altına indik diyebilirim.. Bölgedeki bu şehirlerin özelliği savaş zamanlarında halkın buralarda gizlenebilmesiymiş.. Zaten o kadar dar ve küçük yerler ki gezerken epey zorlandık ve nefessiz kaldık diyebilirim :))

Derinkuyu Yeraltı Şehrinden sonra da bölgeden ayrıldık ve Konya'ya geçtik.

6 Nis 2010

Tuz Gölü

Safranbolu'dan Nevşehir'e geçerken (Ankara üzerinden) yolumuz Tuz Gölünün hemen yanından geçti..Gerçekten söylenildiği gibi Tuz Gölü çok tuzluymuş :)) Çünkü tadına baktık ehehe.. Gölün etrafı da tuzla kaplıydı..Merak edenler için işte çektiğim fotoğraflar :))

Safranbolu

Safranbolu’ya daha önce anlatmış olduğum Abant gezimizden sonra gittik.. (Abant gezisini buradan okuyabilirsiniz) Yaklaşık 3 saatte ulaştık.. Bu arada yolda sık sık mola verdiğimizi de söylebilirim..Hem kan akışımın düzenli olması hem de sık sık acıktığımdan :)) O yüzden mola vermeyenler için bu süre daha da kısa olacaktır..
Önce yol üstündeki Karabük iline uğradık.. Karabük’te üniversiteden sınıf arkadaşımın eczanesine sürpriz bir ziyaret yaptım ehehe :) Tabii eczanesinin önünde beni görünce kızcağız çok şaşırdı.. Epey bir muhabbet ettikten sonra da Safranbolu’ya devam ettik..
Safranbolu’ya akşam üstü gibi ulaştığımızdan once kendimize kalacak bir yer aradık.. Konak havası yaşamak için eski çarşıya inmeden sağda bulunan Havuzlu Konak’ı tercih ettik.. Bu konak gerçek Safranbolu Konağıymış.. Havuz başında da zamanın ileri gelenleri toplantı yaparlarmış.. Şimdiki sahipleri de konağın özelliklerini ve görüntüsünü hiç bozmadan bu günlere getirmiş.. Konak havasında bir gün geçirmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim..
Odamıza yerleştikten sonra konağın yanındaki taşlı yoldan eski çarşıya yürüdük.. Eski çarşı gerçekten çok güzel.. Birçok Safranbolu konağını bulabileceğiniz,eski yapıları gezebileceğiniz bir yer..
Vakit akşama yaklaştığı için etrafı gezip akşam yemeğimizi yemeyi tercih ettik..
Bu arada gözlerimiz Safranbolu lokumlarında kaldı diyebilirim :)) Çarşıyı gezerken lokum satan dükkanların önünde birçok lokum ikram eden kişileri görebilirsiniz..Böylece gezerken sık sık lokum da yiyebilirsiniz.. Biz lokum alışverişini ve çarşıyı gezmeyi ertesi sabaha bıraktık.. Kaldığımız konağa çıkıp havuz başında çay içmeyi tercih ettik..
Ertesi sabah yine havuz başında kahvaltımızı yaptıktan sonra eski çarşıya indik.. Eski çarşıyı gezmeden once mutlaka otelinizden gezme haritası almanızı tavsiye ederim.. Gezerken çok faydası oluyor.. Önce eski saat kulesi, cezaevi ve eski hükümet konağını gezdik.. Eski hükümet konağı şuanda müze olarak kullanılıyor.. Zamanında Safranbolu’nun ileri gelenlerinin fotoğraflarının ve bilgilerinin olduğu bu müzeyi gezmenizi tavsiye ederim.. Ayrıca Safranbolu ustalarının ve ileri gelenlerinin canlandırılmaları da yapılmış ki seyre değer... Benim en çok ilgimi çeken Ecz. Hidayet Derman’nın eczanesi ve hikayesiydi..
Hidayet Derman Safranbolu’da epey hatırı sayılır birisiymiş.. Safranbolu’da ayrıca eczacı sokağı bile var.. Eczanesi de gerçekten çok ilginçmiş..Yapılan canlandırmada eski ecza şişeleri, reçete örnekleri gibi birçok şey vardı ki benim çok ilgimi çekti :))Daha sonra Cinci Hanı,Cinci Hamamı, Kaymakamlar Evi , Bakırcılar Çarşısı, Demirciler Çarşısı, Yemeniciler Arastası, Manifaturacılar Sokağını gezdik.. Bu çarşılardan birçok alışveriş de yapabilirsiniz..
Sonra da sıra lokumculara geldi tabii :))) Safranbolu’dan lokum almadan ayrılmak olmazdı, öyle değil mi.. Safranbolu’nun en eski ve meşhur lokumcusu İmren Lokumcusuymuş.. Fiyatları da ona göre tabii daha pahalı.. Ayrıca Safrantat, Özer gibi diğer markalarında dükkanlarını eski çarşıda bulabilirsiniz.. Biz hem İmren’den hem de Özer’den ailemize ve kendimize lokumlar aldık.. Safranbolu’nun etrafında ayrıca Mencilis Mağarası da varmış ..Biz oraya gitmedik çünkü yolu tırmanmak gerektirdiğinden pek göze alamadık.. Ama siz orayı da gezebilirsiniz..Öğleden sonra Safranbolu’dan ayrılarak Nevşehir’e doğru yola çıktık. Nevşehir gezi yorumu buradan okuyabilirsiniz..