9 Nis 2010

Oylat Kaplıcaları- Bursa

Konya’dan sonra Eskişehir üzerinden İnegöl Oylat kaplıcalarına geçtik..

Bu arada Gezi Türkiye kitabından bloğumda daha önce bahsetmiştim.. Kesinlikle tavsiye edebileceğim rehber bir kitap...Konya’yı, Safranbolu ve Nevşehir’i gezerken bu kitaptan çok fazla yararlandık ve çok memnun kaldık diyebilirim. Daha once de bu kitapla Doğu Karadeniz’i gezdiğimizi anlatmıştım. Kitapta ayrıca illerin meşhur özelliklerini bulmak da mümkün.. Konya'dan Oylata giderken yol üzerinde Eskişehir’den geçeceğimizden Eskisehir'in çiğ böreğinin meşhur olduğu bu kitapta yazdığından biz de molamızı burada verdik..Sonra da yolumuza devam ettik..

Oylat Kaplıcaları, İnegöl'de ormanın içinde şehirden uzak ,sessiz ,sakin güzel bir tesis.. Bir kaç tane otelden size Yeni Çağlayan Oteli tavsiye edebilirim..Hem odaları çok temiz hem de vadiye bakan odalarıyla tam kafa dinlemelik bir yer.. Ben açıkçası sıcak suyu çok seven biri olduğumdan kaplıcaları hep tercih etmişimdir, yoksa bunun yaşla alakası olmadığını düşünmekteyim :)Yani illa kaplıcalara yaşlılar gider, diye düşünenleri bu yüzden anlamıyorum :) Seven herkes gidebilirim bence :)

Otelin en altında özel aile banyoları, saunalar ve bayan-erkek ayrı havuzlar ve kurnalar var.. İsterseniz aile banyasunda eşinizle özel yada genel havuzda eşinizden ayrı (bayanlarla beraber) termal suyu kullanabilirsiniz.. Ayrıca da çok güzel kese atıyorlar diyebilirim :))

Bizim için burada geçirdiğimiz üç gün tam kafa dinlemelikti.. Sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra, bir saat yürüyüş yapıp (yürürken mola vererek çayımızı da içtik) sonra da eşimle odamıza gelip akşama kadar vadiye yani ormana bakan odamızdaki balkonda kitap okuduk.. Tabii arada otelin alt katındaki termal sulardan da faydalandık..

Bizim için çok dinlendirici oldu diyebilirim, bence arada bir şehir koşturmasından böyle uzaklaşmak gerekiyor..

Oylat'dan ayrıldıktan sonra da Bursa'da bir gece kalarak her sene gittiğimiz havlucuya gittik.. Bursa'da Ulucami'nin yanında havlucuların ve ev eşyalarının satıldığı bir sürü toptancı ve perakende dükkanları var.. En iyi kalitedeki havluları çok uygun fiyata burda bulmak mümkün oluyor.. Biz de eşimle her geldiğimizde mutlaka buraya, buradan da yine Atatürk Caddesindeki (Ulucami'nin sağ tarafına düşüyor) Bursa İskendercisine uğrarız..

Bursa İskendercisinin önünde, her gittiğimizde kuyruklar olsa da bu lezzeti tatmadan buradan ayrılmayın derim.. Çünkü buranın sahiplerinin dedesi ilk iskender yemeğini bulan kişi :))
Daha sonra da Bursa'dan da ayrılıp evimize geri geldik..

Konya

Nevşehir gezimizden sonra öğleden sonra Konya’ya geçtik..
Aksaray üzerinden Konya’ya gidişimiz yaklaşık 5 saat sürdü.. Tabii yine epey mola vererek... Konya’ya vardığımızda saat 6’yı geçtiğinden Mevlana Müzesi kapanmıştı.. O yüzden müzeyi gezmeyi ertesi güne bıraktık.
Konya’da kalacak yeri ayarladıktan sonra ki biz Mevlana Müzesinin hemen karşısında bulunan Balıkçılar Otelini tercih ettik Konya’nın meşhur etli ekmeğini yemek için güzel bir yer aradık :)Sorup soruşturduktan sonra birçok kişinin dediği Hacı Şükrü’nün bölgenin meşhur etli ekmek ve tandır kebapçısı olduğunu öğrendik.. Fakat orası bizim bulunduğumuz yere uzak olduğundan otele yakın olan yine meşhur olan Konya Konak Lokantası'na gittik..
Konya’nın yemekleri gerçekten çok güzel, kesinlikle tatmadan buradan ayrılmayın derim..
Öncelikle açılışı (yukarıda resmini gördüğünüz) Bamya Çorbasıyla yaptık.. Bildiğimiz bamya yemeğinin daha sulusu ve bamyalarının çok daha küçüğü.. Tadı güzeldi.. Sonra da etli ekmek ve tandır kebabını (alttaki resim) denedik.. Porsiyonları küçük olduğundan, toplamda da birer porsiyon alıp eşimle paylaşarak hepsini denemeye karar verdik :)) Etli ekmekleri çok güzeldi, tandır kebabının eti de insanın ağzında resmen dağılıyordu diyebilirim.. Son olarak da (yukarıda resmi olan) Tirit adlı, aslında iskendere benzeyen ama döner etinden değil de kebapla servis edilen, yoğurdunun da sarımsaklı olduğu yemeklerini denedik.. Hepsinin de tadı çok güzeldi..
Sonra da otelimize geçtik..
Ertesi sabah ilk iş olarak Mevlana Müzesini gezdik.. Mevlana Müzesinin insanı etkileyen bir atmosferi var...
Bu arada Elif Şafak’ın Aşk romanının Mevlana hakkında çok bilgi vermiş olduğunu, orada daha da iyi anladım diyebilirim.. Onu okuduktan sonra buralar daha bir farklı ve anlamlı geliyor insana..Müzenin içerisinde fotoğraf çekmek yasak olduğundan biz de bu kurala uyarak kendimizi o atmosphere bıraktık..
Müze içerisinde çok fazla turist vardı.. Bu da insanı sevindiriyor,tabii.. İçeride dua ederken Japon bir turistin bizleri izleyerek yaptığımız el hareketlerini taklit edip, dua etmesi , sonra da elini yüzüne sürmesi gerçekten çok hoştu :) İçeride Mevlana Hazretlerinin yattığı yer, seccadeleri, Mesnevi,Divan kitaplarının orjinalleri, zikir tespihleri, Kuran-ı Kerim örnekleri, halife nişanları ve sevgili Peygamberimizin Sakal-ı Şerifi vardı.. Ayrıca gezerken çalan ney müziği de çok etkileyeciydi...
Müzeyi gezdikten sonra önündeki dükkanlardan Konya şekeri ve mevlevi yapan insanların maketlerini aldıktan sonra da Şems-I Tebriz-i’nin türbesini ziyarete gittik..
Türbe, Aşk kitabında yazılmış olduğu gibi Şems-i Tebrizinin öldürülüp atıldığı kuyunun üzerine yapılmış. Dediğim gibi kitabı okumuş olmak insana gerçekten çok büyük bir bilgi veriyor..
onra da Konya’dan ayrılarak Oylat Kaplıcalarına doğru yola çıktık..

Kapadokya

Geçen hafta yazmaya başladığım bir haftalık gezimizin yazısına ara ara devam etmeye çalışıyorum..
Kapadokya'ya yani eski adıyla Katapukya'ya (güzel atlar ülkesi) Safranbolu gezimizden sonra vardık..
İlk olarak, eski Hristiyanların o dönemde baskılardan kaçıp dinlerini özgürce ve insanlardan uzakta yaşadığı Ihlara Vadisi'ne gittik.. Vadinin içinde kayalardan oyulmuş olarak yaklaşık 100 kadar klise vardı.. Tabii biz ancak belli başlılarını gezebildik çünkü vadiye inmek bile çok yorucu bir işti.... Yaklaşık 500 kadar merdiven basamağını inip ,kliseleri gezmek sonra da tekrar bu basamakları çıkmak insanı gerçekten yoruyor :)) Ama vadinin güzelliği seyretmeye değer bir yer..
Daha sonra oradan ayrılarak Uçhisar'a geçtik..
Uçhisar'ı görünce etkilendiğimi söyleyebilirim.. Gerçekten Kapadokya yapılarını görebileceğiniz güzel yerlerden birisi.. En tepedeki kaleye çıkmak biraz yorucu olsa da tepeye çıkarken kayaların içindeki çay bahçelerinde mola verip bir çay içmek, yapılardan etrafı seyretmesi güzeldi.. Yolumuz uzun, süremizde kısa olunca uçhisarı gezdikten sonra Avanos'a geçtik..
Avanos, seramik atolyeleri ve çömlekçiliği ile ünlü bir ilçe.. Yanyana dizilmiş çömlekçilerden birini girdik ve önce çömlek yapan kişiyi izledik..Gerçekten ustalık gerektiren ama bir o kadar da eğlenceli bir işti..
Daha sonra da sıra eşimle bize geldi.. Biraz zorlanmış olsak da aşağıdaki çömlekleri yapmış olduk :) (soldaki benim,sağdaki eşimin eseri ) :))) Yine de mutlaka oraya giderek denemek de fayda var derim..Ayrıca çömlekçiden alışveriş de yaptık. Güveç tepsisi, güveç , çömlekten yapılmış çaydanlıklar, bardaklar ilgimizi çeken şeylerdi..
Avanos'tan ayrıldığımızda hava karardığından Ürgüp'e geçerek Dinler Otel'de geceledik. Otel turist kaynıyordu diyebilirim.. Sabah-akşam açık büfesiyle de hoş bir yerdi..
Ertesi sabah kahvaltımızı yaparak Ürgüp'ü gezip oradan da Ortahisar Kalesini görmeye gittik.
Ortahisar Kalesi de Uçhisar'a benzediğinden orada vakit kaybetmeden Göreme Açıkhava Müzesini geçtik..
Bu arada Göreme Açıkhava Müzesine ve Ihlara vadisine müzekartla girildiği için mutlaka müze kartınızın olmasını tavsiye ederim, hem sıra beklemiyorsunuz hem de müzekart fiyatına birçok müzeyi ve ören yerini gezebiliyorsunuz....
Müze alanındaki manastırlarda 7 yüzyıldan 12. yüzyıla kadar kilise mimarisini izlemek mümkün.. Bazılarının yapıları da çok iyi muhafaza edilerek bugünlere getirilmiş..
Oradaki güvercinliklerde çok ilgi çekiciydi.. Güvercinler, Kapadokya için çok önemli kuşlarmış.. Öteden beri şaraplık üzüm yetiştiren bölge halkı güvercin gübresinden yararlanıyorlarmış.. Bu yüzden de kiliselerin ağızları güvercinlere yuva olsun da içeride gübre biriksin diye bir delik bırakılarak kapatılmış. (aşağıda gördüğünüz kare kare yerler güvercinlik oluyor)Göreme Açıkhava Müzesinden sonra Kapadokya'nın yeraltı şehirlerinden birini de görelim diyerek Derinkuyu Yeraltı Şehrini gezdik.. Yerin 8 kat altına indik diyebilirim.. Bölgedeki bu şehirlerin özelliği savaş zamanlarında halkın buralarda gizlenebilmesiymiş.. Zaten o kadar dar ve küçük yerler ki gezerken epey zorlandık ve nefessiz kaldık diyebilirim :))

Derinkuyu Yeraltı Şehrinden sonra da bölgeden ayrıldık ve Konya'ya geçtik.

6 Nis 2010

Tuz Gölü

Safranbolu'dan Nevşehir'e geçerken (Ankara üzerinden) yolumuz Tuz Gölünün hemen yanından geçti..Gerçekten söylenildiği gibi Tuz Gölü çok tuzluymuş :)) Çünkü tadına baktık ehehe.. Gölün etrafı da tuzla kaplıydı..Merak edenler için işte çektiğim fotoğraflar :))

Safranbolu

Safranbolu’ya daha önce anlatmış olduğum Abant gezimizden sonra gittik.. (Abant gezisini buradan okuyabilirsiniz) Yaklaşık 3 saatte ulaştık.. Bu arada yolda sık sık mola verdiğimizi de söylebilirim..Hem kan akışımın düzenli olması hem de sık sık acıktığımdan :)) O yüzden mola vermeyenler için bu süre daha da kısa olacaktır..
Önce yol üstündeki Karabük iline uğradık.. Karabük’te üniversiteden sınıf arkadaşımın eczanesine sürpriz bir ziyaret yaptım ehehe :) Tabii eczanesinin önünde beni görünce kızcağız çok şaşırdı.. Epey bir muhabbet ettikten sonra da Safranbolu’ya devam ettik..
Safranbolu’ya akşam üstü gibi ulaştığımızdan once kendimize kalacak bir yer aradık.. Konak havası yaşamak için eski çarşıya inmeden sağda bulunan Havuzlu Konak’ı tercih ettik.. Bu konak gerçek Safranbolu Konağıymış.. Havuz başında da zamanın ileri gelenleri toplantı yaparlarmış.. Şimdiki sahipleri de konağın özelliklerini ve görüntüsünü hiç bozmadan bu günlere getirmiş.. Konak havasında bir gün geçirmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim..
Odamıza yerleştikten sonra konağın yanındaki taşlı yoldan eski çarşıya yürüdük.. Eski çarşı gerçekten çok güzel.. Birçok Safranbolu konağını bulabileceğiniz,eski yapıları gezebileceğiniz bir yer..
Vakit akşama yaklaştığı için etrafı gezip akşam yemeğimizi yemeyi tercih ettik..
Bu arada gözlerimiz Safranbolu lokumlarında kaldı diyebilirim :)) Çarşıyı gezerken lokum satan dükkanların önünde birçok lokum ikram eden kişileri görebilirsiniz..Böylece gezerken sık sık lokum da yiyebilirsiniz.. Biz lokum alışverişini ve çarşıyı gezmeyi ertesi sabaha bıraktık.. Kaldığımız konağa çıkıp havuz başında çay içmeyi tercih ettik..
Ertesi sabah yine havuz başında kahvaltımızı yaptıktan sonra eski çarşıya indik.. Eski çarşıyı gezmeden once mutlaka otelinizden gezme haritası almanızı tavsiye ederim.. Gezerken çok faydası oluyor.. Önce eski saat kulesi, cezaevi ve eski hükümet konağını gezdik.. Eski hükümet konağı şuanda müze olarak kullanılıyor.. Zamanında Safranbolu’nun ileri gelenlerinin fotoğraflarının ve bilgilerinin olduğu bu müzeyi gezmenizi tavsiye ederim.. Ayrıca Safranbolu ustalarının ve ileri gelenlerinin canlandırılmaları da yapılmış ki seyre değer... Benim en çok ilgimi çeken Ecz. Hidayet Derman’nın eczanesi ve hikayesiydi..
Hidayet Derman Safranbolu’da epey hatırı sayılır birisiymiş.. Safranbolu’da ayrıca eczacı sokağı bile var.. Eczanesi de gerçekten çok ilginçmiş..Yapılan canlandırmada eski ecza şişeleri, reçete örnekleri gibi birçok şey vardı ki benim çok ilgimi çekti :))Daha sonra Cinci Hanı,Cinci Hamamı, Kaymakamlar Evi , Bakırcılar Çarşısı, Demirciler Çarşısı, Yemeniciler Arastası, Manifaturacılar Sokağını gezdik.. Bu çarşılardan birçok alışveriş de yapabilirsiniz..
Sonra da sıra lokumculara geldi tabii :))) Safranbolu’dan lokum almadan ayrılmak olmazdı, öyle değil mi.. Safranbolu’nun en eski ve meşhur lokumcusu İmren Lokumcusuymuş.. Fiyatları da ona göre tabii daha pahalı.. Ayrıca Safrantat, Özer gibi diğer markalarında dükkanlarını eski çarşıda bulabilirsiniz.. Biz hem İmren’den hem de Özer’den ailemize ve kendimize lokumlar aldık.. Safranbolu’nun etrafında ayrıca Mencilis Mağarası da varmış ..Biz oraya gitmedik çünkü yolu tırmanmak gerektirdiğinden pek göze alamadık.. Ama siz orayı da gezebilirsiniz..Öğleden sonra Safranbolu’dan ayrılarak Nevşehir’e doğru yola çıktık. Nevşehir gezi yorumu buradan okuyabilirsiniz..